NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
سُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ
الْعَتَكِيُّ
حَدَّثَنَا
فُلَيْحٌ
عَنْ
الزُّهْرِيِّ
عَنْ سَهْلِ
بْنِ سَعْدٍ
فِي هَذَا
الْحَدِيثِ
وَكَانَتْ حَامِلًا
فَأَنْكَرَ
حَمْلَهَا
فَكَانَ ابْنُهَا
يُدْعَى
إِلَيْهَا
ثُمَّ جَرَتْ
السُّنَّةُ
فِي
الْمِيرَاثِ
أَنْ
يَرِثَهَا وَتَرِثَ
مِنْهُ مَا
فَرَضَ
اللَّهُ
عَزَّ
وَجَلَّ
لَهَا
(IJveymir ile hanımı
arasında geçen) şu (önceki) hadîse (ilâve olarak) Sehl b. Sa'd'dan (şu sözler
de) rivayet edilmiştir; (Uveymir'in karısı) hâmile idi. (Uveymir de karısının)
karnındaki çocuğun kendisinden olduğunu kabul etmedi. Bunun üzerine (çocuk doğunca)
annesine (nisbet edilerek İbn Havle diye) çağrıldı. Sonra mirâsda (liândan
sonra doğan bir çocuğun) annesine vâris olması, annesinin de (liândan sonra
doğan) çocuğundan mîras olarak Aziz ve Celîl olan Allah'ın kendisine tâyin
ettiği payı alması sünnet olarak yürürlüğe girdi.
İzah:
Buhârî, tefsîr sûre
1. Bir kimsenin, hâmile
olan karısına liân yaparak, doğacak çocuğun kendisine âit olmadığım isbât
etmesi caizdir. İmâm Mâlik ile Şafiî ve Hicaz ulemâsından bir cemaat bu
görüştedirler. İmâm Ahmed'in de bu görüşte olduğuna dâir bir rivayet vardır.
Delilleri ise, bu hadîs-i şerifle benzeri hadîs-i şeriflerdir.
2. Hanefî ulemâsından
Süfyân es-Sevrî'ye göre bir kimsenin doğacak çocuğun kendisine âit olmadığını
isbât maksadıyla mülâanede bulunabilmesi için kadının çocuğunu dünyaya
getirmesi şarttır. O çocuk dünyaya gelmeden mülâane yapılamaz. Çünkü kadının
karnındaki şişlik çocuktan değil de başka bir şeyden meydana gelmiş olabilir.
Bu bakımdan çocuk dünyaya gelmeden yapılmış olan mülâane sadece kocayı iftiracı
durumuna düşmekten kurtarmaya yarar. Fakat çocuğun kendisine âit olmadığını isbât
için yeterli değildir. Bu görüş İmâm Ahmed ile İbn Mâcişûn'dan da rivayet
edilmiştir. Bu görüşte olan ulemâya göre mevzûmuzu teşkil eden Ebû Dâvud
hadîsinde anlatılan mülâane olayı kendisine liân yapılan kadından doğacak
çocuğun zînâ mahsûlü olduğunu isbât için değil, erkeğin iftiracı olmadığını
isbât için yapılmıştır.[bk. Aynî, Umdet-ül-kârî, XIX, 77.]
3. Bir kimse karısına
zînâ isnâd ettikten sonra iftiracı durumuna düşmekten kurtulabilmesi için
mülâanede bulunması gerekir. Eğer doğacak çocuğun da zînâ mahsûlü olduğunu
iddia ederse, mülâaneden sonra o çocuk babasına değil, annesine nisbet edilir
ve falanca kadının oğlu veya kızı diye anılır. Dolayısıyla bu çocuk, annesinin
kocasına mirasçı olamaz, sadece annesine mirasçı olabilir. Annesi de sadece bu
çocuğa mîrasçı olabilir. "Bu çocukla annesi arasında mîrâs hükümleri
cereyan ettiği gibi bu çocukla, annesi cihetinden olan ashâb-i ferâiz arasında
da mîras hükümleri cereyan eder. Bu mevzuda ulemâ ittifak etmişlerdir. Bunlar
anne tarafından olan erkek kardeşler, kız kardeşler ye anne annelerdir. Bu
çocuk öldüğü zaman eğer başka bir kardeşi veya çocuğu yoksa, annesi malının
üçte birini, varsa, altı da birini alır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm"de mîrasdan
anneye ayrılan pay budur. Anne bu payını aldıktan sonra kalan mal diğer pay
sahiplerine (ashâb-ı ferâiz) verilir. Daha sonra kalan mal da beytü'I-mâl'e
(hâzineye) intikâl eder. Şafiî ulemâsı bu görüştedir. îmâm Zührî ile İmâm Mâlik
ve Ebû Sevr de bu görüştedirler.
el-Hakem ile Hammad
annesinin bütün mirasçıları bu çocuğun malına vâris olur, derler. Sözü geçen
ulemânın dışında kalan diğer ulemâya göre annesinin asabeleri de bu çocuğun
malına vâris olurlar. Hz. Ali ile İbn Mes'ûd, Atâ ve îmâm Ahmed'in de bu
görüşte oldukları rivayet olunmuştur. İmâm Ahmed'e göre eğer çocuğun
annesinden başka bir mîrasçısı yoksa, malının hepsini asabe olarak annesi
alır.[bk. Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, X, 123.] Ebû Hanife'ye göre ise, eğer bu
çocuğun annesinden başka mirasçısı yoksa, annesi malın üçte birini farz
(Kur'ân-ı Kerîm'in tesbit ve tâyin ettiği pay) yoluyla gerisini de redd yoluyla
alır. Delili ise 2906 numaralı hadîs-i şeriftir.